011  Muhkem ve müteşabih ayetler


Değerli okuyucularım,

Allahü Tealâ'nın mekândan ve zamandan münezzeh olması, ayrıca madde aleminin mutlak gerçek olan Rabbimize göre suret mertebesinde yaratılmış olması sebebiyle, Kur'an-ı kerimde Rabbimize herhangi bir organ veya yer isnat ediyormuş gibi görünen ifadelerin tevilinde, yani başka şekilde açıklanmasında aklî bir zorunluk bulunmaktadır. Ayrıca Allahü Tealâ, Kur'an-ı kerimde, "kendisinin benzeri hiçbir şey olmadığını" (Şura, 11) ve "hiçbir şeyin O'nun dengi olmadığını" (İhlas, 4) çok açık bir biçimde bildirmektedir. O nedenle ehl-i sünnet bilginleri, Kur'an-ı kerimdeki ve Hadis-i şeriflerdeki bazı ifadeleri, bizim gibi sıradan müslümanların daha iyi anlayacakları bir şekilde tevil etmek (mecazî anlamlarıyla açıklamak) durumunda kalmışlardır.

Kuşkusuz esas olan hak sözün mecazî değil, gerçek anlamı içinde anlaşılmasıdır. Tevil, bir istisnadır. Ancak, ayet-i kerimedeki bir ifadenin açık anlamını vermek akla ve dine uygun olmazsa, ehil bilginler tarafından tevil edilir. Ayet-i kerimelerin gelişigüzel tevil edilmesi, büyük sorumluluk gerektiren bir iştir. Çünkü Rasulullah (s.a.v.) Efendimiz:

"Kim Kur'ân hakkında re'yi ile söz ederse ateşteki yerini hazırlasın." [Tirmizi] buyurdu.


# Muhkem ve müteşabih ayetler

Kur'an-ı kerimde, genellikle insanlar arasındaki hukuki ilişkilere ölçüler getiren, o sebeple de anlamı kesin, açık ve anlaşılır olan ayetlere muhkem (bir hüküm bildiren) ayetler denir. "Muhkem" ayetler, açık, net ve tek bir anlam ifade eden ayetlerdir. Bir de birden çok anlamı olan, genellikle mecazi, imalı, kinayeli sözlerle ifade edilen, farklı iman, bilgi ve kültür seviyesindeki kişiler tarafından farklı şekilde değerlendirilebilecek, birbirine benzeyen ve yer yer tekrar eden ayetler vardır ki bunlara da "Müteşabih" (birbirine benzeyen) ayetler denir. Müteşabihat ile ilgili olarak:

"Allah, ayetleri birbirine benzeyen ve yer yer tekrar eden Kitap'ı sözlerin en güzeli olarak indirmiştir." [Zümer, 23] buyruldu.

Kesin anlamlı Muhkem ayetlerle ve çeşitli anlamları olan müteşabihat hakkında Allahü Tealâ;

"Sana Kitap'ı indiren O'dur. Onda Kitap'ın temeli olan kesin anlamlı ayetler vardır, diğerleri de çeşitli anlamlıdırlar. Kalblerinde eğrilik olan kimseler, fitne çıkarmak, kendilerine göre yorumlamak için onların çeşitli anlamlı olanlarına uyarlar. Oysa onların yorumunu ancak Allah bilir. İlimde derinleşmiş olanlar: Ona inandık, hepsi Rabbimiz'in katındandır, derler. Bunu ancak akıl sahipleri düşünür." [Al-i imran, 7] buyurdu.

O sebeple ashab-ı kiram ve İslam'ın ilk yüzyıllarındaki selef-i salihin denilen bilginler, genellikle müteşabih ayetler hakkında fikir beyan etmekten çekinir, "onlarda belirtilen konuların keyfiyetini (nasıl olduğunu) Allah bilir" derlerdi.

Zaten "Selef-i salihin denilen önceki âlimler, istiva, yed [el] gibi kelimeleri tevile lüzum görmezlerdi; çünkü bu kelimelerin mahiyeti bilinirdi. (Irak, valinin elindedir) denilince, bunun açıklanması istenmez, herkes buradaki el kelimesinin hakiki el ile ilgisi olmadığını bilirdi. (Allah Arşı istiva etti) denince de, Allah’ın Arşa hükümran olduğunu anlarlardı. ...; fakat Müşebbihe denilen bozuk fırka, (Allah’ın bizim gibi eli var. Allah Arş’ın üstünde oturur) gibi yanlış mânâlar verince, sonraki âlimler bu kelimeleri açıklamak zorunda kalmışlardır. Kur’an-ı kerimde böyle tevil edilmesi gereken çok âyet-i kerime vardır. Görünüşteki mânâsıyla alınırsa, acayip, hatta küfre sebep olacak mânâlar ortaya çıkar. İşte bu yüzden tevili kabul etmeyen Vehhabiler bile, bazı âyetleri tevil etmek zorunda kalmışlardır."[1]

Bu ifadelerden de anlaşılacağı üzere tevil, dinin yanlış anlaşılmasına meydan vermemek için bir zorunluluk sebebiyle yapılmaktadır.


# Bazı ifadelerin tevili zorunludur

Değerli okuyucularım,

Yukarıda sizlere, yanlış anlaşılmaya meydan vermemek için, İslam bilginlerinin, ayet-i kerimelerde Allahü Tealâ'ya mekân ve organ isnat ediyor gibi görünen ifadeleri tevil etmek zorunda kaldıklarını belirtmiştim. Konunun daha iyi anlaşılması bakımından, şimdi bunlara birkaç örnek vermek istiyorum.

Meselâ ayet-i kerimede:

"Gökte olanın sizi yerin dibine geçirmesinden güvende misiniz?" [Mülk, 16] buyruldu.

Şimdi bu ayet-i kerimeye bakıldığında sanki Allah (c.c.), gökte imiş gibi anlaşılır. Halbuki bu ayet-i kerimeyi Taberi "Gökte olanların, Allanın emriyle sizi, yerin dibine geçirmeyeceğinden emin misiniz? diye yorumlamış, İmam-ı Beydâvî de, "Sizi yere batıracak olan Allah’ın bu âlemin tedbirine vekil ettiği melekten emin misiniz?" diye tefsir etmiştir.

Feth suresi 10. âyet-i kerimesinde:

"Allah’ın eli onların eli üstündedir." buyruldu.

Elmalılı, İbnü Cerir'in tefsirinde buna, birisi "onların Allah'ın peygamberine bey'at etmekle Allah'a bey'at etmiş olduklarını", diğeri de "Allah'ın kuvveti onların kuvvetinin üzerinde olduğunu" bildiren iki anlam verildiğini bildirmektedir.


# Arş'a istivâ etmekten ne anlaşılmalı

Ayet-i kerimelerde:

"Gökleri ve yeri altı günde yarattı, sonra Arş'a istivâ etti" [Araf, 54; Yunus, 3; Hadid, 4] buyrulmaktadır.

Bu ayetlerdeki istivâ kelimesi, tefsirlerde "Arşı hükmü altına almıştır. Arşı kudretiyle kuşatmıştır. Arşa hakim olmuştur. Arş üzerine hükümran olmuştur" gibi anlamlarla yorumlanmıştır.

Elmalılı tefsirinde, istivâyı; "... istivâ kelimesinin lisanda oturma veya ayakta durma ve korunma ile istikrarda da kulanıldığından dolayı, Allah tıpkı bir taht, bir sandalye veya dam üstünde duran bir şahıs vaziyetinde Arş'a dayanmış bidüziye oturuyor veya dikiliyor veya yatıyor gibi bir düşünceye sahip olmak, aklen ve şer'an pek büyük bir cahillik olur. Böyle bir mânâya lafzın lugat bakımından müsaadesi varsa da şer'an ve aklen yoktur.

O halde bütün bunların üzerine taallûk eden istivânın hakikati, idrak seviyemizden pek yüksek olduğunu itiraf etmelidir. Bu bakımdan iman edilecek tefsir Selef'in çoğunluğunun mezhebine göre tefsirdir ki şudur: Allah, gökleri ve yeri özel vakitlerde yarattı, sonra da hudûs (sonradan olma) ve yok olma, bir yer tutma ve yön şüphelerinden münezzeh olarak murad ettiği mânâ ile Arş üzerine istivâ eyledi." şeklinde ifadelerle yorumlamıştır.

Mutasavvıf İmam-ı Rabbani hazretlerinin yaklaşımı biraz daha farklı olup; kalb, küçük alem olan insanda nasıl halk ve emir alemleri arasında bir geçit olarak her iki alemi de kapsıyorsa, Arş'ın da büyük alemde halk ve emir alemleri arasında bir geçit olup her iki alemi de kapsadığını; Arş'ın, bütün sıfatları toplayan Hazreti Allah'ın nurlarının zuhur yeri olduğunu, belirtmektedir. (Mektubat-ı Rabbani, Mektup: 323-324)


# Allahü Teala'nın kudretinin dağı hurdahaş etmesi

Değerli okuyucularım,

Bir başka ayet-i kerimede de:

"Musa: "Rabbim! Bana Kendini göster, Sana bakayım" dedi. Allah: "Sen Beni göremezsin ama dağa bak, eğer o yerinde kalırsa sen de Beni göreceksin" buyurdu. Rabbi dağa tecelli edince onu yerle bir etti ve Musa da baygın düştü;" [Araf, 143] buyruldu.

Bu ayet-i kerimedeki "dağa tecelli etmek" ifadesi Elmalılı'nın tefsirinde:

"... bu bir izafi tecellidir yani, zatındaki bütün azamet ve kudret-i mutlakası ile değil, ..., emir ve iradesinden bir parçasının dağa çarpmasıyla onu hurdahaş eyledi, ..." şeklinde yorumlanmıştır.

Ayet-i kerimede:

"Doğu da batı da Allah'ındır. Nereye dönerseniz Allah'ın yüzü oradadır." [Bekara, 115] buyruldu.

Elmalılı bu ayet-i kerimeyi: ".. sadece o mescitler değil, doğusu ve batısı ile bütün yeryüzü, bütün yönleri ve istikametleriyle bütün yer küresi Allah'ındır. Şu halde her nereye dönerseniz dönünüz orada Allah'a çıkan bir yön, bir cihet vardır. Allah'ın bir mekanı yoktur. O, aslında yönden de, cihetten de münezzehtir, fakat bütün yönler, bütün cihetler O'nundur. Namaz kılmak için, mutlaka bir mescitte bulunmak zaruri değildir. Açık olan şu ki, yeryüzünün her tarafında, hatta zaruret halinde her yana, her cihete namaz kılınabilir ve Allah'ın rızasına erilebilir, .." şeklinde yorumlamıştır.

Taberi de, bu ayet-i kerimedeki "Allah'ın yüzü" ifadesini, "Allah'ın rızası" şeklinde yorumlamaktadır.

Ayet-i kerimede:

"Kıyamet günü yeryüzü Allah’ın avucunda olur, gökler de sağ eliyle dürülür." [Zümer, 67] buyruldu.

Taberi bu ayeti tefsir ederken, Ebu Hureyre'den, Rasulullahın:

"Allah, yeri avucunun içine alır. Gökleri sağı ile dürer sonra şöyle der: "Hükümran benim. Nerde yeryüzünün hükümranları?" [Buhari, Müslim]

buyurduğunu nakletmiş ve ayetin tefsirinin sonunda da aşağıdaki notu düşmüştür:


# "El"den maksad, Allah'ın kudreti

Selef-i Salihîn, bu gibi hadis-i şerifleri olduğu gibi kabul etmişler, bunları herhangi bir yoruma tabi tutmamışlardır. Sonradan gelen âlimler ise, yanlış anlamalara sebep olmaması için bu gibi âyet ve hadisleri en uygun şekillerde te'vil etmişlerdir. Meselâ: "Allahın eli" ifadesinde geçen "El"den maksadın, "Allah'ın kudreti" olduğunu söylemişlerdir. Ona göre ayetin tefsiri mealen şöyledir:

"Onlar, Allahı hakkıyla takdir edemediler. Halbuki bütün yeryüzü, kıyamet günü onun kudret ve hakimiyeti altındadır. Gökler onun kudretiyle dürülmüş olacaktır."

Ayet-i kerimeler gibi bazı hadis-i şeriflerde de buna benzer tevil gerektiren ifadeler vardır. Meselâ hadis-i şeriflerde;

"… Bana itimat etmiyor musunuz? Ben semada olanın eminiyim. Sabah akşam bana gökyüzünün haberi geliyor." [Buhari, Müslim]

"Allah azze ve celle göktedir, ilmi ise her yerdedir. İlminden de hiçbir şey gizli kalamaz." [Ebu Davud] buyruldu.

Bu tür ayet-i kerime ve hadisi şerifler için Mevlâna Halid Bağdadî hazretleri:

"Allahü Tealâ'nın yönü, karşıda bulunması yoktur, madde, cisim değildir. Sayılı değildir. Ölçülmez. Onda değişiklik olmaz. Mekânlı değildir. Bir yerde değildir. Zamanlı değildir. Öncesi, sonrası, önü arkası, altı üstü, sağı solu yoktur. Bunun için, insan düşüncesi, insan bilgisi, insan aklı, O'nun hiçbir şeyini anlayamaz. O'nun nasıl görüleceğini de kavrayamaz. El, ayak, yön, yer ve bunlar gibi, Allah için caiz olmayan kelimelerin, âyet ve hadislerde bulunması, bizim anladığımız ve bildiğimiz, bugün kullanılan mânâlarda değildir. Böyle âyet ve hadislere Müteşabihat denir. Bunlar, tevil olunur. Yani, Allah’a yakışacak başka mânâ verilir. Müteşabih âyetler için, burada ne murat edilmişse, öylece inandım demeli." (İtikadname)[2] buyurdu.

Hadis-i şerifte de:

"Kur’anda yedi şey bildirilir: Yasak, emir, helâl, haram, muhkem, müteşabih ve misâller. Helâli helâl, haramı haram bilin, emredilenleri yapın! Yasak edilenlerden sakının! Misâl ve hikâye olanlardan ibret alın! Muhkem olanlara uyun! Müteşabih olanlara inanın!" [Hakim] buyruldu.

Allah'a emanet olunuz.

Dr. İsmail Ulukuş


-------------------------------
[1] http://www.dinimizislam.com/mobile/detay.asp?Aid=5013
[2] http://www.dinimizislam.com/detay.asp?Aid=477