012  Bilim, Allahü Tealâ'nın varlığını yalanlamaz


Değerli okuyucularım,

Allah'a olan iman konusunu kapatmadan önce, önemli gördüğüm bir hususa daha değinmek istiyorum. Bazı bilim adamlarımız dinin bir "dogma" olduğunu, o sebeple de dinin, bilimin önündeki en büyük engel olduğunu düşünüyorlar. Kuşkusuz bu, çok büyük bir yanılgıdır.

Hiç şüphe yok ki dinin yargıları, bilimsel yargılar değildir, değer yargılarıdır. Bütün değer yargıları gibi onlar da dogmadır.

"Bilimsel yargılar", deneyle doğrulanmış, deneyle gerçeklikleri kanıtlanmış yargılardır. "Değer yargıları" ise, çoğu kez deneye vurulması mümkün olmayan; çok sayıda insanın doğru ve gerçek olduğuna dair kesin bir kanaata sahip olduğu; dinin, devletin ya da herhangi bir topluluğun ona değer atadıkları yargılardır. Cebinizdeki 100 liranın bilimsel açıdan bakıldığında bir kağıt parçası olmaktan öte hiçbir değer gerçekliği yoktur. Ama devlet ona 100 liralık bir değer atamıştır. Ve o kağıt parçası ile 100 liralık herhangi bir mal ve hizmeti değişebilirsiniz. Aynı şekilde bilimsel açıdan bakıldığında bir Bayrağın, üzerindeki boyası ile 50-100 gram pamuk veya yüne eşdeğer bir değeri olmaktan başka hiçbir değeri yoktur. Bir de ona temsil ettiği Milletin gözü ile bakın bakalım. Acaba ona değer biçebilir misiniz?


# Tüm zamanların evrensel doğruları

Şimdi gelin bir de dinin yargılarına bakalım. Tabii burada dinden Allah (c.c.) indindeki tek din olan ve ilk insandan bu yana Allah elçileri vasıtasıyla insanlara tebliğ edilen İslam'ın kastedildiğini açıklamaya gerek yoktur, sanıyorum. Dinin yargıları da elbette değer yargılarıdır. Ancak bu değer yargılarının, (paranın üzerindeki değer gibi) nesne ve olaylara insanların atadıkları değerlerden çok önemli bir farkı vardır: Bu değerler, bizatihi, bilimin konusu olan madde aleminin değerlerini de atayan Allahü Tealâ tarafından atandığından bu yargılarla (dinin temel nasslarıyla), bilimsel yargılar arasında hiçbir çelişki yoktur. Aksine büyük bir tutarlılık vardır. Her ikisi de, farklı alanlarda, (bilim, madde alanında; din, insan davranışları alanında), tüm zamanların evrelsel doğrularını ortaya koyar. O sebeple, bazı bilim adamlarımızın sandığının aksine, İslami yargılar, bilimsel yargılarla asla çelişmez. Aksine bilimin her yeni bulgusu, Islam'ın yargılarında ne kadar haklı, doğru ve gerçekçi olduğunu deneysel olarak da ortaya koymaktadır.


# Bilim ve din birbirinin yardımcısıdır

İslam, bilimin en büyük yardımcısıdır. Çünkü bilimsel çalışmanın en çok ihtiyaç duyduğu şey, bilimsel zihniyettir. Bilimsel zihniyet, olaylara, kendi duygu, düşünce ve zanlarından uzak durarak objektif ölçülerle bakabilmeyi gerektiren bir düşünüş tarzıdır. Bu da ancak bir kişinin benlik heva ve arzularından sıyrılıp olaylara nesnel bakabilmesiyle elde edilir. Bunu sağlayabilecek en etkili yaşama biçimi ise İslam'dır.

İslam, bilimin en büyük yardımcısı olduğu gibi; bilim de İslam'ın en büyük yardımcısıdır. Çünkü bilim, bizim evreni her geçen gün daha iyi bir biçimde anlamamıza olanak vermektedir. Evren, Allahü Tealâ'nın yarattığı, tertip ve tanzim ettiği, yönettiği, o sebeple Allahü Tealâ'nın fiilî sıfatlarının üzerinde tecelli ettiği büyük bir alem olup bu ilahî düzenin en iyi şekilde anlaşılması; düzenin sahibi olan Rabbimizi bilmemize, tanımamıza ve O'nun işlerini daha iyi anlamamıza büyük katkı sağlamaktadır. Bilim, Allahü Tealâ'nın varlığını asla yalanlamaz. Aksine bilimin her yeni verisi, her yeni bulgusu, her yeni keşfi; ilahî düzenin ne büyük bir organizasyon olduğunu daha iyi anlamamıza yardımcı olarak o düzenin sahibine olan sevgi, tutku ve hayranlığımızın daha da artmasına, dolayısıyla imanımızın güçlenmesine vesile olmaktadır.

İçinde yaşadığımız şu düzeni gördüğü, inceledeği, düzende olup bitenleri bilip kavradığı halde düzenin sahibini inkâr edenlere ise elbette söylenecek bir söz yoktur. San'at harikası bir tabloyu görüp de onun bir ressamı olduğunu idrak edemeyene ne denebilir ki?


# Maddenin gerisindeki görünmeyen alem

Değerli okuyucularım,

İman, aklî bir mesele değil kalbî bir meseledir, bir gönül meselesidir. Nitekim aşağıdaki ayet-i kerimelerde bu husus açık bir biçimde vurgulanmaktadır:

"İnanmadınız ama İslam olduk deyin; inanç henüz gönüllerinize yerleşmedi;" [Hucurat, 14]

"İşte Allah, imanı bunların kalblerine yazmış, katından bir nur ile onları desteklemiştir." [Mücadele, 22]

Bunun böyle olması da gayet doğaldır. Çünkü "akıl" madde aleminin verileriyle, madde alemi üzerinde çalışan; kendisine sağlanan kavram, değer ve ölçüleri kullanarak bilinmeyen nesne, durum ve olaylar, yaşanmayan mekânlar ve henüz gelinmemiş zamanlar hakkında yorum ve değerlendirmeler yapıp bir karar ve kanaate varmamızı sağlayan zihnî bir düzenektir. Akıl sayesindedir ki insan yaşadığı ortamı doğru şekilde kavrayıp ona uyum sağlar. Davranışlarında bir bütünlük ve tutarlılık olur. Ortaya çıkacak sorunlarla ilgili geleceğe yönelik önlemler alır. Akıl, dinin de temelidir. Hadis-i şeriflerde:

"Akıl imandandır." [Beyheki]

"Kişinin dini, aklı ölçüsündedir." [Ebû’ş-Şeyh]

"Aklı olmayanın dini de yoktur." [Tirmizi] buyruldu.

Ancak akılla, insan tüm varlığın idrakine varamaz.


# İman, görünmeyene inanmaktır

İnsan aklı ile içinde bulunduğu ilahî düzeni kavrayıp düzenin sahibini idrak eder. Rabbinin işlerine muttalî olarak o işlerin bir sahibi olduğunun farkına varır. Ancak yukarıda verilen ayet-i kerimelerde Rabbimizin de vurguladığı gibi; iman, akıl ile değil, kalb iledir. Çünkü tüm yaratılmışlardan oluşan büyük alem, yalnız bizim görebildiklerimizden ibaret olmayıp onun gerisinde, o düzenin çekip çevrilmesiyle görevli, gözlerin göremediği, ancak Rabbimizin bildirmesiyle bilebildiğimiz manevî bir organizasyon, manevî bir teşkilat, görünmeyen manevî bir alem daha vardır. Madde alemine "Halk Alemi" dendiği gibi, bu manevî aleme de "Emir Alemi" veya Alem-i Melekût denir. İşte bu, insan için, bilinmeyen bir gayb alemidir. Gerçekte insan geçmiş ve gelecek hakkında da çok az bir bilgiye sahiptir. İşte onun için Rabbimiz, Kur'an-ı kerimin daha başında, onun sakınanlara yol gösteren bir kitap olduğunu belirttikten sonra, o sakınanların özelliklerini anlatırken:

"Onlar, gaybe inanırlar, namazı kılarlar, kendilerine verdiğimiz rızıktan yerli yerince sarfederler." [Bakara, 3] buyurdu.


# Gaybden kasıt ne?

Gaybdan kastın ne olduğu ise aşağıdaki ayet-i kerimelerde açıklanmaktadır:

"Asıl iyilik, o kimsenin iyiliğidir ki, Allah'a, âhiret gününe, meleklere, Kitaba ve peygamberlere inanır;" [Bakara, 177]

"Ey İnananlar! Allah'a, Peygamberine, Peygamberine indirdiği Kitap'a ve daha önce indirdiği Kitap'a inanmakta sebat gösterin. Kim Allah'ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü inkar ederse, şüphesiz derin bir sapıklığa sapmıştır." [Nisâ, 136]

Kaderle birlikte imanın 6 şartı olarak bildirilen bu hususlar, Rabbimizim bizden inanmamızı istediği gayb bilgileridir. Onun için bir mümin, içinde yaşadığı düzenin yaratıcısı ve sahibi olan Rabbine hiç tereddütsüz inandığı gibi, O'nun elçileri aracılığıyle bizlere bildirdiği her hususa da hiçbir tereddüt göstermeden inanmalıdır. Onların keyfiyetini (nasıl olduğunu) ise aklına değil, Rabbine bırakmalıdır. Çünkü, şairin de belirttiği gibi, akıl terazisi, o kadar sıkleti tartmaz.

Allah'a emanet olunuz.

Dr. İsmail Ulukuş