021  Peygamberlerin görevi yalnız tebliğdir


Değerli okuyucularım,

Önceki yazılarımda, Kur'anda adı geçen peygamberlerin bir listesi verilmişti. Burada dikkatinizi çekmiş olmalıdır. İlahi rahmeti tebliğ ile görevlendirilen Allah elçilerinin hemen hepsi erkektir. Her nedense kadınlara peygamberlik görevi verilmemiştir. Bu durum ayet-i kerimede:

"Biz senden önce de, kendilerine vahyettiğimiz erkeklerden başkasını elçi göndermedik." [Nahl, 43] şeklinde ifade edildi.

Ama tarih boyunca, Rabia-i adviyye hazretleri gibi bazı manevî derecesi yüksek kadınlar yetişmiştir. O, Basra'da yetişmiş mânâ ehli bir hatundur.


# Rahmet kapısı, her an açıktır

Rabia-i adviyye hazretleri bir gün "Ya Rabbi, bana rahmet kapısını aç" diye dua eden birine: "Ey cahil, Allahü Tealâ'nın rahmet kapısı kapalı mı idi de şimdi açmasını istiyorsun. Rahmetin çıkış kapısı her zaman açıktır. Ancak onun giriş kapısı olan kalbler herkeste açık değildir. Bunun açılması için dua et." der.

Değerli okuyucularım, gerçekten Allahü Tealâ'nın rahmet kapıları her an açıktır. Ancak ondan yalnız nasibi olanlar yararlanmaktadır.

İnsanların birçoğu her gün gazetelerin magazin ve dedikodu sayfalarını didik didik ederler de bir gün bile "Acaba şu bizi yaratan, her an soluduğumuz havayı, midemize giren rızkı sağlayan, vücudumuzda cereyan eden onbinlerde fizyolojik olay ile bizleri sağlık ve afiyette bulunduran Rabbimiz ne demiş" diye iki satır Kur'an okumayı düşünmezler. Birçok insan tv ekranlarında dinî bir sohbete rastladıklarında kanalı hemen alel acele değiştirirler de başka bir kanalda saatlerce eğlence programları izlemeyi tercih ederler.


# İnsanı, ilahi rahmete yönelten şey

Değerli okuyucularım, insanı Rabbine ve Rabbinden gelen ilahî rahmete yönelten şey, "iman"dır. Eğer bu satırları okuyor iseniz biliniz ki iman ehli bir kişisiniz. İmandan nasibi olmayan, yanında Allah (c.c.) anıldığı zaman, sanki sıradan bir eşyadan bahsediliyormuş gibi başını çevirir gider. Kalbinde en küçük bir ürperti olmaz. Ayet-i kerimede:

"İnananlar ancak, o kimselerdir ki Allah anıldığı zaman kalbleri titrer" [Enfal, 2] buyruldu.

"İman"dan nasibi olmayana, Peygember Efendilerimiz de dahil hiç kimse en küçük bir fayda sağlayamaz. Nitekim Nuh Aleyhisselam oğluna, Davut aleyhisselam hanımına, Rasulullah (s.a.v.) Efendimiz bazı amcalarına hiçbir fayda sağlayamadı. Onun için Allahü Tealâ, etrafındaki insanların kurtuluşu için çırpınıp duran Peygamber Efendimize;

"(Ey Rasulüm) Sen o kâfirlerin hidayete ermelerini ne kadar istesen de Allah, saptırdığı kimseyi hidayete erdirmez. Onların hiçbir yardımcısı da yoktur." [Nahl, 37]

"(Rasulüm!) Sen sevdiğini hidayete eriştiremezsin; bilakis, Allah dilediğine hidayet verir ve hidayete girecek olanları en iyi O bilir." [Kasas, 56] buyurdu.


# Hidayet, Allah'tandır

Değerli okuyucularım, kurtuluş Allah'tandır. Allah'ın hidayete erdirmediğine hiç kimse bir fayda sağlayamaz. Peygamber Efendilerimizin görevi de insanları hidayete erdirmek değil, yalnız, Allahü Tealâ'yı anlatmak, onlara Allah'ın ahkâmını duyurmak, ilahi rahmetten insanları haberdar etmek, kısaca İslam'ı tebliğ etmektir. Ayet-i kerimelerde:

"Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et, eğer bunu yapmazsan O'nun elçiliğini yapmamış olursun." [Maide, 67]

"Buna rağmen eğer yüz çevirirlerse, ey Muhammed! Artık sana düşen sadece açık bir şekilde tebliğden ibarettir." [Nahl, 82]

"Allah'a itaat edin, Peygambere itaat edin, karşı gelmekten çekinin; eğer yüz çevirirseniz bilin ki, peygamberimize düşen sadece açıkça tebliğ etmektir." [Maide, 92]

"Peygamberin görevi sadece tebliğ etmektir." [Maide, 99]

"Onlara vadettiğimiz azabın bir kısmını sana göstersek de onu görmeden senin canını alsak da, vazifen sadece tebliğ etmektir. Hesap görmek Bize düşer." [Rad, 40]

"Kitap verilenlere ve kitapsızlara: "Siz de İslam oldunuz mu?" de, şayet İslam olurlarsa doğru yola girmişlerdir, yüz çevirirlerse, sana yalnız tebliğ etmek düşer." [Al-i imran, 20] buyruldu.


# Peygamberler gaybı bilmezler

Değerli okuyucularım,

"Peygamber" sözcüğünün İngilizce'deki karşılığı "Prophet"tir. Bu sözcük aynı zamanda "kâhin" anlamına gelmektedir. Daha önce de belirttiğim gibi, Allah elçileri bazı olağanüstü niteliklerle dünyaya gelirler; ancak onlar, İngilizlerin sandığı gibi kâhin falan değildirler. Onlar Hak (gerçeklik) insanıdırlar. Allahü Tealâ kendilerine haktan (gerçekten) ne vahyederse onu bilirler ve insanlara da onları anlatırlar. Ayet-i kerimelerde:

"De ki: Size Allah'ın hazineleri elimdedir, demiyorum; gaybı da bilmiyorum; size, ben meleğim de demiyorum, ben ancak bana vahyolunana uyuyorum." [En'am, 50]

"Rabbinden ona başka bir mucize indirilse ya!, derler. Onlara de ki: Gaybı bilmek Allah'a mahsustur; bekleyin, doğrusu ben de sizinle birlikte beklemekteyim." [Yunus, 20]

"De ki: Göklerde ve yerde gaybı Allah'tan başka bilen yoktur." [Neml, 65]

"Gaybın anahtarları O'nun katındadır, onları ancak O bilir." [En'am, 59] buyruldu.

Değerli okuyucularım, "gayb" demek, Cenab-ı Hakk'ın manevî organizasyonuna ait ya da Allahü Tealâ'nın yarattığı fakat insan ilminin ulaşamadığı geçmişe ve geleceğe, görünür ve görünmez âlemlere ait bilgi demektir. Bu bilgiler, gözlem ve deneyle öğrenilemediği gibi matematik hesapla da elde edilemez. İnsanların görünür ve görünmez âlemlerden bilgisi, ancak Allahü Tealâ'nın izin verdiği kadardır.


# İnsan, ancak Allah'ın izin verdiği kadar bilebilir

Ayet-i kerimede:

"Onların işlediklerini de ve işleyeceklerini de bilir, onlar ise O'nun dilediği kadarından başka ilminden hiçbir şeyi kavrayamazlar." [Bakara, 255] buyruldu.

Diğer insanlar gibi peygamber efendilerimiz de Allahü Tealâ'nın izin verdiği ve bildirdikleri şeyler dışında birşey bilemezler. Ayet-i kerimelerde buyruldu ki:

"De ki: "Ben kendime, Allah'ın dilediğinden başka ne bir fayda, ne de bir zarar verme gücüne sahip değilim. Eğer gaybı bilebilseydim muhakkak hayırdan yaptıklarımı arttırırdım ve bana bir kötülük de dokunmazdı. Ben, inanan bir topluluk için, uyarıcı ve müjdeleyici bir peygamberden başkası değilim" [Araf, 188]

"(Ya Muhammed, Yusuf'un kıssası ile ilgili olarak) Sana böylece vahyettiklerimiz, gaybe ait haberlerdir. Onlar elbirliği edip düzen kurdukları zaman sen yanlarında değildin; sen ne kadar yürekten istersen iste, insanların çoğu inanmazlar." [Yusuf, 102-103]

"Bu Sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Meryem'e hangisi kefil olacak diye kalemlerini atarlarken sen yanlarında değildin, çekişirlerken de orada bulunmadın." [Âl-i İmran, 44]

"Allah size gaybı bildirmez; fakat rasüllerinden dilediğini seçip onlara gaybı bildirir. Onun için, Allah’a ve resullerine iman edin. Eğer iman edip sakınırsanız size çok büyük bir mükâfat vardır." [Âl-i İmran, 179]

"Allah gaybı herkese bildirmez; ancak dilediği rasül bundan müstesnadır;" [Cin 26] buyruldu.

Hadis-i şerifte de:

"Allah’tan başka hiç kimse gaybı bilemez." [Taberani] buyruldu.


# Gaybı, Allah'tan başka kimse bilmez

Gene Halid el-Medeni ebu’l Husayn (r.a) tarafından rivayet edilen bir başka hadis-i şerifte de, Muavviz kızı Rübeyyi'nin şöyle dediği anlatılıyor:

''Ben gelin olduğum günün kuşluk vaktinde Rasulullah (s.a.v.) düğünüme gelmişti. O sırada bazı kızlar def çalarak, babalarımızdan Bedir savaşında şehit olanların hatıralarını anıyorlardı. Kızlardan birisi: "İçimizde bir Peygamber vardır ki, o, yarın ne olacağını bilir" dedi. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v): İşte onu söylemeyiniz. Çünkü yarın ne olacağını Allah’tan başka kimse bilemez, buyurdu." [Buharî, Tirmizî, İbni Mace]

Değerli okuyucularım, görülüyor ki gaybı, yarattıklarının tüm bilgisine vakıf sonsuz ilim sahibi Cenab-ı Hak'tan başka hiç kimse bilemez. Bunlara peygamberler efendilerimiz de dahildir. Ancak Allahü Tealâ, dilediği rasüllerini vahiy yoluyla bilgilendirmiştir. Vahy-i ilahi, gaybdan, yani Yaratan'ın sonsuz ilim denizinden bizler için lutfettiği küçücük bir damladır. İnsan oğlunun bilgisi, daima Rabbinin izin verdiğiyle sınırlıdır. Ulu Allah, yeryüzünde halifesi kıldığı insana bahşettiği ilmin sınırlarını durmadan genişletmektedir. Gelişen insan, Rabbinin izniyle, önceden kendisi için karanlık olan birçok hususu, her geçen gün daha anlaşılır bir duruma getirmektedir. Bilişim teknolojilerinin gelişmesiyle insanın bilgi düzeyi, kütüphanelerin sınırlarını zorlar hale gelmiştir. Ama gene de Rabbinin sonsuz ilim deryası yanında bu bilgi, bir damla kadar bile değildir.


# Peygamberlerin mucizeleri haktır

Değerli okuyucularım,

Bizler maddî bir âlem içinde yaşıyoruz. Duyu organlarımız da bu madde âleminin kurallarına göre çalışan algı mekanizmalarına sahiptir. Ancak bu algılanan duyumların anlamlandırılması tamamen farklı bir iştir. Ve herkes kendi geçmişi, bilgi birikimi, akıl seviyesi, çevresindeki âlemi değerlendirmesi, dünya görüşü.. gibi kendisinin sahip olduğu ön ruhsal değerlere göre bu duyumları algılar. Paragöz bir adam, her şeye para ve kazanç açışından bakar. Yunus Emre gibi bir derviş, her şeye mânâ penceresinden bakar.. Tabii algı ve anlamaları da bu bakış açılarına göre şekillenir.

İşte maddî bir âlem içinde yaşayan insanın maddî mekanizmalara dayanan, fakat her biri birer fikir ve kanaat haline gelmiş olan bu anlamlandırmaları, insanın manevî hayatının temelini oluşturur. Kalbimiz naklî bilgilerle yeniden şekillenmiş bu manevî değerlerin ifadesini bulduğu, madde ile mânâ arasındaki bir geçit bölgesidir.

Madde âlemi, görülebilir nesne, durum ve olaylardan oluşan, işleme kuralları belli, her şeyin belli sebeplerle meydana geldiği bir âlemdir. O sebeple bu âlemde yaşayan herkeste, alim olsun cahil olsun her şeye bir sebep arama şartlanması vardır. Çünkü kişi her an görmektedir ki her an her olay belli sebeplerle ortaya çıkmaktadır. Madde âleminin kuralları dışında cereyan eden herşey olağanüstüdür. Bu olağanüstülükler ise her zaman insanların merakını çekmektedir. Birçok insanın, gaybden haber verdiklerini veya olağanüstülükler gösterdiklerini sanarak falcı ve büyücülerin peşinde koşturması o sebepledir.


# Peygamberler, falcı ve büyücülerle karıştırılıyor

İnsanlar, geçmişte, hak insanı olan ve insanları hakka (gerçeğe), adalete, doğruluğa, güzel ahlaka çağıran peygamberleri de, Allah'ın izniyle gayb âleminden bazı haberler vermeleri sebebiyle, bu falcı ve büyücülerle karıştırmışlar ve çoğu zaman kendilerine inanmak için onlardan olağanüstü şeyler istemişlerdir.

"Sen şüphesiz büyülenmişin birisin; bizim gibi bir insandan başka birşey değilsin. Eğer doğru sözlü isen bir belge (mucize) getir, dediler." [Şuara, 153-154]

"Bilmeyenler: Allah bizimle konuşmalı veya bize bir ayet (mucize) gelmeli değil miydi?, dediler. Onlardan öncekiler de onların söylediklerinin tıpkısını söylemişlerdi." [Bakara, 118]

Değerli okuyucularım, her şeye kadir olan Allahü Tealâ, çoğu zaman, peygamberlerini olağanüstü mucizelerle desteklemiş, fakat inanmayanlar gene de inanmamışlardır.

"Salih: İşte mucize bu devedir. Kuyudan su içmek hakkı belirli bir gün onun ve belirli bir gün de sizindir; sakın ona bir kötülük yapmayın, yoksa sizi büyük günün azabı yakalar, dedi. Onlar ise deveyi kestiler; ama pişman da oldular. Bunun üzerine onları azap yakaladı. Doğrusu bunda bir ders vardır, fakat çoğu inanmamıştır." [Şuara, 155-158]

Benzer talepler Rasullullah (s.a.v.) Efendimize de geldi.

"Ona Rabbinden mucizeler indirilmesi gerekmez miydi?, derler. De ki: Mucizeler ancak Rabbimin katındadır. Doğrusu ben, sadece apaçık bir uyarıcıyım." [Ankebut, 50]

Kendilerine okunan bir Kitap'ı sana indirmiş olmamız onlara yetmiyor mu?" [Ankebut, 51]


# İnkarcılar, mucize de gösterilse yine de inanmazlar

Halbuki inkarcılar, kendilerine mucize de gösterilse yine de inanmamakta direneceklerdir. Bu tür inkarcıların durumları, aşağıdaki ayet-i kerimede kısaca hulâsa edilmektedir:

"Onlara bütün mucizeler hep birden gelse, yine de o acıklı azabı görünceye kadar inanmazlar." [Yunus, 97]

Değerli okuyucularım, peygamberlere verilen mucizeler, Kur'an-ı kerimde çeşitli vesileler ile anlatılmaktadır. Bunları burada saymaya gerek yoktur. Bunlar, Allahü Tealâ'nın, bazen adeti üzere maddî âlemin kuralları içinde, bazen de adetini terkederek bu kuralların dışında yarattığı olağanüstü durumlardır. Peygamberlerin mucizeleri haktır. Kâmil bir iman için bunların hepsine inanmalı, kabul edip onaylamalıdır. Allahü Tealâ, evreni yoktan var etmiştir. Canlı, cansız her şeye istediği niteilkleri vermiş, onları dilediği şekilde organize etmiştir. Bu düzen içinde, her an, sayısını ancak Kendisinin bildiği katrilyonlarca olayla evreni değiştirmekte, geliştirmekte, onu dilediğince çekip çevirmektedir. Durum böyle iken, O, okyanusta damla örneği birkaç olağanüstü olguyu yaratmaktan aciz midir? Görmüyor musunuz, O'nun aciz kulları bile oluşturduğu elektronik düzeneklerin yazılımlarında küçücük değişiklikler yaparak ne harikalar ortaya koyuyorlar? Allahü Tealâ her şeyi öğrettiği, hem kendilerini hem de işlerini yarattığı aciz kullarından daha mı acizdir??!!

Allah'a emanet olunuz.

Dr. İsmail Ulukuş