024  Ölüm, mümin için bir armağandır


Değerli okuyucularım,

Ölüm her canlının başına gelecek kesin bir olgudur. Ondan kaçmak mümkün değildir. Şu halde ondan gafil olmamak gerekir. Ölüm, insan için ahıret hayatının başlangıcıdır. Ahıret hayatı, ilahî adaletin tecelli edeceği, yeni bir ilahî düzendir. Allahü Tealâ, elçisi Rasulullullah (s.a.v.) Efendimize vahyettiği kutsal kitabı aracılığıyla, kuracağı bu yeni düzen içinde herkesi dünya hayatından sorguya çekeceğini bildirmekte ve bizleri uyarmaktadır:

"Rabbin O'dur ki, onları kıyamet gününde hesaba çekmek için toplayacaktır." [Hicr, 25]

"Biz, mutlaka onların hepsini yaptıklarından dolayı hesaba çekeceğiz." [Hicr, 93]

“Hesap görme zamanı yaklaşmasına rağmen, insanlar gaflet içinde, bundan yüz çeviriyorlar.” [Enbiya, 1]

O sebeple kalbinde Allah'a ve ahıret gününe zerre kadar iman olan hiç kimse gaflette olmamalıdır. Kalbini geçici olan dünya hayatına bağlayıp ebedî olan ahıret hayatını mahvetmemelidir. Hadis-i şerifte:

"Dünyayı seven ahiretine, ahireti seven dünyasına zarar verir. Devamlı olanı geçici olana tercih edin!" [Beyheki] buyruldu.


# Nefsinin değil, Rabbinin isteklerine uymalı

İnsanın başına gelen dünya ve ahıret sıkıntılarının en önemli sebebi, nefsî arzulardır. "Nefs"ine değil, bizleri her iki alemde de hayır ve iyiliklere götürecek olan "ilahî ahkâma" tabi olmaya çalışmalıdır.

"Akıllı, nefsine uymaz, ibadet eder. Ahmak ise nefsine uyar, sonra da Allah’ın rahmetini bekler." [Tirmizi]

Nefsin (benliğin) arzularından kurtulmak öyle kolay bir şey değildir. Bu, ancak, dünya sevgisini kalbden çıkarıp Allah sevgisini oraya yerleştirmekle sağlanır. Bunun yöntemi de, riyazet (haramlardan uzak durmak), mücahede (ibadet ve taatte bulunmak) ve zikir (Allah'ı çok anmak)'dir.

Ölümü kötü görüp ondan nefret etmemelidir. İçimizde böyle bir his varsa bilmeliyiz ki böyle bir nefretin sebebi, insanın dünya hayatına olan kalbî bağlılığı, yani dünya sevgisidir. Allah'a kavuşmayı istemelidir. Hadis-i şerifte:

“Kim Allah’a kavuşmak istemezse, Allah da ona kavuşmak istemez” [Buhari, Müslim, Tirmizi] buyruldu.

İnsan dünya sevgisini kalbinden çıkarıp en büyük dostu (Mevlâsı) olan Rabbinin sevgisini oraya yerleştirince bu nefret kendiliğinden kaybolur. Aksine ölümü, sevdiğine kavuşturan bir köprü olarak görmeye başlar.

"Ölüm, mümine en kıymetli hediyedir." [Taberani]

"Ölüm dostu dosta, sevgiliyi sevgiliye kavuşturan bir köprüdür"


# Su testisi, su yolunda kırılır

Değerli okuyucularım, insan hayatını düzgün (Allah'ın rızasına uygun bir biçimde) yaşamaya çalışmalıdır. Rasulullah (s.a.v.) Efendimiz:

"Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz, nasıl ölürseniz öyle haşrolursunuz" buyurdu.

Ne var ki hiçbirimiz için bu kolay birşey değildir. Bizler nefis taşıyan aciz kullarız. Günahlardan tamamen uzak dört dörtlük bir hayat yaşayamayız. O sebeple Rabbimize karşı daima mahcup durumda oluruz. Ancak bu durum bizleri ümitsizliği sevketmemelidir. Ayet-i kerimede:

"Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin; doğrusu kafirlerden başkası Allah'ın rahmetinden ümidini kesmez." [Yusuf, 87] buyruldu.

Günahı ne kadar çok olursa olsun, insan Rabbinin rahmetinden asla ümidini kesmemelidir. Hatta adam öldürse, zina etse, Allah'a şirk koşsa ve söz ve davranışlarıyla küfre düşmüş olsa bile... Sahabe-i kiram efendilerimizin birçoğu birer müşrik iken tevbe edip Allah'a ve Rasulüne bağlılıklarını beyan ile dünyanın en iyi insanları oldular. Ayet-i kerimede:

"De ki: Ey kendilerine kötülük edip aşırı giden kullarım! Allah'ın rahmetinden umudunuzu kesmeyin. Doğrusu Allah günahların hepsini bağışlar. Çünkü O, bağışlayandır, merhametlidir." [Zümer, 53] buyruldu.

Hadis-i şerifte de:

"Ömründe bir defa Allah’ı anan veya O'ndan korkan Müslüman, Cehennemden çıkar." [Tirmizi] buyruldu.

O sebeple kalbinde zerre kadar iman olan bir insan, asla ve asla Rabbinin rahmetinden ümidini kesmemelidir. Rahmet-i ilahîden ancak kafirler ümitlerini keserler. Bununla birlikte günahlarını da küçük görmemeli, tevbe etmeli, tevbeyi geçiktirmemeli, kelime-i şehadet ile imanını tazelemeli ve iman ile ölmeye çalışmalıdır. Hadis-i şeriflerde:

"Müslüman olarak öl, gerisine karışma!" [Deylemi]

"Mümin öleceği vakit, rahmet meleklerini görür, can verme acısını duymaz. Ruhu tereyağından kıl çeker gibi, kolay çıkar, nimetlere kavuşur." [Bezzar] buyruldu.

Allah (c.c.) hepimize iman ile ölmek nasip eylesin.


# Ölüm, ilahî bir takdirdir

Değerli okuyucularım,

Bakî olan, yalnız Allah (c.c.)'tır. Yaratılmış olan her şey fanîdir. Evrendeki trilyonlarca olgunun nasıl ve ne gibi sebeplerle orta çıkacağını, bunların nasıl devam edeceğini, nasıl ve ne gibi sebeplerle sona ereceğini belirleyen Ulu Allah'tır. Ve bunların hepsi ilahî bir programa (yazgıya) bağlanmıştır. Her canlının doğumu, yaşaması ve ölümü de, diğer bütün olgular gibi, bu ilahî yazgı çerçevesinde cereyan eder. Yani ölüm, ilahî bir takdirdir. Ölümü Allahü Tealâ'nın iznine ve takdirine bağlı olmayan hiçbir canlı yoktur. Ve her nefis mutlaka ölümü tadacaktır.

"Ölümü Allah’ın iznine bağlı olmayan hiç kimse yoktur." [Al-i İmran, 145]

"Her nefis ölümü tadacaktır." [Enbiya, 35]

Şu halde ölüm, her canlı için kaçınılmaz bir olgudur. Onun zamanı ise Allahü Tealâ tarafından takdir olunmaktadır:

"Ecel bir an gecikmez ve vaktinden önce de gelmez." [Araf, 34]

"Ölüm zamanını takdir eden ancak Allah’tır." [Enam 2]

"Aranızda ölümü takdir eden biziz." [Vakıa, 60]

Madem ölüm hepimizin başına gelecek kesin bir olgudur ve zamanı Rabbimizin takdirine kalmıştır, o halde ona her an hazırlıklı olmak gerekir. Aklı başında olan hiçbir insan, olması kesin olan bir olguyu yok saymaz, görmezlikten gelmez.

Değerli okuyucularım, insanın Rabbine karşı sorumlulukları bulûğa ermesi ile başlar. Gerçi biz bunu nefsimize bir külfet gibi gördüğümüz için sorumluluk diyoruz ama bu aslında bir sorumluluk değil, bir mükellefiyettir. Mükellefiyet, Arapça bir sözcük olup bir teklifi kabullenmek demektir. Gerçekte bize teklif edilen (önerilen), Rabbimizin varlığına inanıp O'nun terbiyesi altına girmektir. Yani ilahî bir eğitimdir. Rabbimizin bizi hayra götürecek "doğru yaşama biçimi"dir. Değerini bilene... Nefsinin hevasını ilah edinen için ise sırta vurulmuş bir yüktür, külfettir. İlgi çekici değil mi, teklif kelimesi de, külfet kelimesi de aynı kökten gelirler. Ama biri inanan insanın, diğeri imanı zayıf insanın olaya bakış açısını yansıtır.


# Tümü hayır olan teklifi, külfet olarak görmemeli

Değerli kardeşlerim, Rabbimizin bizim için tümü hayır olan teklifini, külfet olarak görmeyelim. Allahü Tealâ zorlukları kolaylaştırır.

"Amma her kim de iman edip iyi bir iş yaparsa, buna da en güzel mükâfat vardır. Biz ona dünyada kolaylık gösterir zor işlere koşmayız." [Kehf, 88]

Hayat, insanın doğduğu anda başlayıp ölüme doğru hızla ilerleyen bir süreçtir. Ölümün de bu sürecin hangi anında karşımıza çıkacağı belli değildir. Takdir Allah'ındır. Ona her an hazırlıklı olmalıdır. Ölüme hazırlıklı olmak, her an sırat-ı müstakim üzere yaşamakla olur. Ama hangi birimiz böyle yaşayabiliyoruz. Bizler, nefis taşıyan aciz kullarız. Böyle bir ortamda, din-i mübini dört dörtlük yaşayabilmemiz kolay mı? O halde hemen hepimizin bir durum değerlendirmesi yaparak kendimizi yeniden düzenlemeye mutlak ihtiyacımız vardır.

Ayrıca evlâtlarıımıza da daha bulûğa ermeden sırat-ı müstakim üzere yaşamayı, yani yalan söylememeyi, gıybet etmemeyi, bir kuruş dahi olsa üzerimize kul hakkı geçirmemeyi, zamanımızı ve mallarımızı israf etmemeyi, alkol, sigara ve uyuşturucu gibi zararlı şeylerden uzak durmayı, dünya malına düşkün olmamayı, insanlara hizmet ve iyilikte bulunmayı, zengin isek mallarımızın zekâtını vermeyi, namaz kılmayı, oruç tutmayı, ve bunların hepsinden çok daha önemlisi de, bütün bunları yalnızca "Allah rızası için" yapmayı öğretmek zorundayız. Evlâtlarımızı yalnız Allah'a kul olarak yetiştirmeliyiz. Böyle yapmaz, aksine onların her isteklerini yerine getirerek onları "ben"lerinin kulları haline getirirsek, onları kendi ellerimizle paranın pulun ve diğer kulların kulu haline getirmiş, onların dünya ve ahıret felaketlerini hazırlamış oluruz.

Gerçi, günahkâr mümin için tevbe kapısı her zaman açıktır. Ayet-i kerimede:

"O'ndan mağfiret dile. Çünkü O, tevbeyi kabul edendir." [Nasr, 3] buyruldu.

Amma insanın da af dilemek için Rabine karşı biraz yüzü olması gerekmez mi!? Yapılan hataların kalbde açtığı manevî yaralar kolay kolay kapanmaz. İnsan ömür boyu, vicdanında, bunların manevî acısını duyar. O nedenle hayatımızı doğru (Allah'ın rızasına uygun) yaşamaya çalışmalıyız.

Allah'a emanet olunuz.

Dr. İsmail Ulukuş