002  Nefislerimiz artık gel almıyor. Niçin?


Değerli okuyucularım,

Bir haftadır bir israfı önlemek için, eşim ve çocuklarımla mücadele ediyorum. Fakat nafile... Hiçbirini ikna edemiyorum. Edemem. Çünkü nefsine uyan insanları ikna için verilen her çaba boşunadır. Nefis, mutlaka istediğini yaptırır. En şiddetli arzular, nefsin heva ve arzularıdır. Bu tür istediğini yaptıran nefislere, "nefs-i emmare" denir. Nefs-i emmare, "buyurgan nefis", "her dediğini yaptıran nefis" demektir. Bu tür nefislerle uğraşmak çok zordur. Onun için Rasullullah (s.a.v.) Efendimiz, bu çabayı, "büyük cihad" olarak adlandırmıştır.

Nefsi, insanın en büyük düşmanıdır. Hadis-i şerifte:

"Senin en büyük düşmanın, seni çepeçevre kuşatan nefsindir." [Deylemi] buyruldu.

Nefsin her isteği, insanın zararınadır. Aklı tersini bildirdiği halde, çoğu zaman insan, aklına değil, nefsinin hevasına uyar. Sigaranın, alkolün zararlı olduğunu bilmeyen bir akıl sahibi var mıdır? Ama yine de insan, kendisine zarar verdiğini bile bile içer. Onun için Rasulullah Efendimiz:

"En üstün cihad, nefs ile yapılan cihaddır." [İ.Neccar] buyurdu.

Değerli okuyucularım, bütün sıkıntılar, insanın, nefsinin arzularını kendisine ilâh edinmesiyle başlar. Onun için ayet-i kerimelerde:

"Hevesini kendine tanrı edineni gördün mü? Şimdi ona sen mi vekil olacaksın?" [Furkan, 43]

"(Ey Muhammed!) Hevâ ve hevesini kendine ilâh edinen, Allah'ın kendi ilmi dahilinde saptırdığı, kulağını ve kalbini mühürleyip gözüne perde çektiği kimseyi görüyor musun? Şimdi onu Allah'tan başka kim hidâyete erdirebilir?" [Casiye, 23] buyruldu.

İnsan, kalbindeki bu sahte ilâhı, ancak, kâmil bir imana kavuşarak, Allahü Tealâ'nın yardımıyle söküp atabilir.

Son yıllarda bizlere birşeyler oldu. Nefislerimiz artık gem almıyor. Hiçbirimiz nefislerimize söz geçiremiyoruz.

Bunun en büyük sebebi kuşkusuz içinde yaşadığımız maddeci, paracı, liberal düzendir. Bu, tüm günlük yaşantımızı etkileyen sosyo-ekonomik bir mekanizmadır.

Gerçekte herşey sanayi devrimi ile başladı. Önceden herşey, toplumun ihtiyacına göre, el aletleri kullanılarak, el emeği göz nuru ile, küçücük dükkanlarda üretilirdi. Buhar makinesi, elektrik motoru gibi güç kaynaklarının icadı ve makineleşme ile herşey değişmeye, dükkanların yenini, büyük atelyeler ve fabrikalar almaya başladı. Üretimin hacmi onyıllar içinde büyük boyutlara ulaştı. Artık el tezgahlarında dokunan birkaç metrelik kumaşın yerini, fabrikalarda üretilen onbinlerce metrelik kumaşlar; birkaç tabak ve kasenin yerini, yüzbinlerce tabak ve kase alıyordu. Haliyle stoklarda biriken bu kadar çok malı satabilmek için bir yandan mantar gibi ticari organisazyonlar ve tanıtım şirketleri doğarken, öbür yandan ticaret gittikçe uluslarası bir boyut kazanarak çok uluslu şirketler ortaya çıktı. Ve bunlar tüm dünyayı ahtapot gibi sarmaya başladı.

Bundan daha önemli bir gelişme ise siyasi yapılanmada oluyordu. Bu siyasi gelişmelerin başını da genellikle her devletin içindeki musevi yurttaşlar çekiyordu. "Museviler milattan sonra 66 yılında, Romalıların mezalimi sonucu genel bir ayaklanmaya gitmişler, bu ayaklanma, Vespasyen zamanında Kudüsün yakılıp yıkılması, ahalinin katli ve köle olarak satılmasıyla son bulmuştu."[1] Böylece imparatorluğun dört bir yanına dağılmış olan museviler, kendilerini hâkim ve üstün ırk olarak görüyor, önünde sonunda kendilerine tanrı tarafından vaad edilmiş olan topraklara kavuşacaklarına ve bir gün tüm dünyanın yahudi egemenliğine gireceğine inanıyorlardı. İmparatorluk içindeki her beldede oluşan Yahudi cemaatleri, onların ortaçağda mason (inşaat işçileri) sendikalarına girerek burada siyasi etkinliklerini sürdürmeye başlamalarıyla yeni bir boyut kazandı. Bunlara hür ve kabul edilmiş masonlar denildi. Artık söylemlerinde sürekli sevgi ve kardeşlikten söz eden bu örgütler, bundan sonra, tüm dünya siyasetinin perde arkasındaki en önemli belirleyicilerinden biri olacaktı.

Diğer yandan gelişen sanayi ile birlikte artan finans ihtiyacını karşılamak üzere parklarda banklara oturarak ihtiyaç sahiplerine faizle borç veren ve kendilerine banklarda çalıştıkları için banker denilen bazı museviler hızla örgütleniyor ve dünya bankacılık sistemi doğuyordu. Artık sürekli yapılan reklamlarla insanlar durmadan mal tüketiyor, bu tüketim işletme sahiplerini büyütüyor, onlar da sürekli yeni yatırımlar için finans sisteminin kapısını çalıyor ve dolayısıyla bankacılık sistemi büyüyordu. Böylece zaman içinde insanlar, sermaye sahiplerine, onlar da bankalara çalışır duruma geldiler. Günümüzde bankacılık sistemi, senet tahsili, teminat, çek, kredi, kredi kartı gibi araçlarla tüm işletme sahiplerini ve bireyleri; IMF, Dünya Bankası gibi örgütlerle de devletleri yönetir bir duruma gelmiştir.

Allah'a emanet olunuz.


-------------------------------
[1] Ziya Uygur, ----. İnkılaplar, ihtilaller ve siyonizm, s.219. Üçdal Neşriyat Kollektif Şti.