028  İnsanî bir sistem


Değerli okuyucularım,

İslam ekonomisinde, toplumun zenginlerinden fakirlerine kaynak aktaran zekat fonu'yla, o toplum içindeki fakir, miskin, engelli, dul, yetim, parasız kalmış yolcu ve öğrenciler, ihtiyarlığı veya hastalığı sebebiyle çalışamaz duruma gelmiş insanlara kaynak aktarılıp onların kimseye el açmadan yaşamlarını sürdürmeleri için gerekli olanaklar sağlanırken; cizye, haraç ve vergiler yoluyla devlet beslenmek suretiyle, devletin halkın ihtiyaçları olan savunma, güvenlik, okul, hastane, yol, su, elektrik, köprü ve benzeri gibi kamu hizmetlerini yerine getirecek olanaklara kavuşması sağlanmaktadır.


# İslam Ekonomisinde devletin gelir kaynakları

Cizye, müslümanların verdiği zekata karşılık olarak gayrimüslim yurttaşlardan kişi başına alınan yıllık bir vergidir. Yalnız çalışabilecek durumda olan erkeklerden alınır. Kadınlardan, din adamlarından, çalışamayacak durumda olan çocuk ve yaşlılardan, delilerden alınmaz. Gayrimüslimler, cizye dışında başka herhangi bir vergi ödemezler.

Haraç da, savaşlar sırasında arazinin müslümanlara ait olması kaydı ile sulh yapılmışsa, o arazinin asli mülkiyetinin tüm Müslümanlara ait olmasının karşılığı olarak, arazinin işletme hakkını kullanan müslüman ve gayrimüslimlerden alınan arazi kirası mahiyetinde bir haktır. Haraç miktarı, arazinin verimine göre, belirli bir süre için tespit edilir.

Devlet bu iki temel kaynak dışında ayrıca kamu hizmetlerini görebilmek için, miktarı ihtiyaç sınırlarını aşmamak şartıyla, Müslüman halktan vergi toplayabilir. Gümrük vergisi, bunların dışında bir vergidir. Yabancı gayrimüslim ülkelerden, yapılan işlemlere özel olarak alınan bir vergidir. Müslüman ve zımmilerden, gümrük vergisi alınmasını yasaktır.

Değerli okuyucularım, sizlere bu altbaşlık altında sunduğum bilgileri, önemli oranda, aşağıda linkini verdiğim kaynaktan[1] özetleyerek aktardım.


# İslam Ekonomisi, insanî bir sistemdir

Hatırlayacaksınız daha önceki yazılarımda İslam ekonomisinin, bir inanç sistemine dayandığını, temel olarak "Allah (c.c.) ve O'nun ilahi hükümlerini" esas aldığını belirtmiştim. Allahü Tealâ'nın insanı, yeryüzünün halifeleri kılması, yerde ve gökte olanları onun buyruğu altına vermesi (En'am, 165; Casiye, 13) nedeniyle de bu sistem tamamen insana odaklanmış, bütün yönleriyle insanî değerleri esas almıştır.

İslam'da devlet, insan için vardır. Dolayısıyla devlet, dini, dili, ırkı, mezhebi, meşrebi ne olursa olsun hiç kimseye ayrıcalık yapmadan tüm insanların, hatta yalnız insanların değil tüm canlıların hak ve hukukunu koruyan bir kurumdur.

Bu inanç sisteminde, müminlerin, gerçek sahibi Yaratan olup geçici olarak insana tahsis edilmiş bir nimet olan mallarını diğer insanlara yardım için sarfetmeleri şiddetle tavsiye edilmiştir. Daha Kur'anın başında müminlerin özellikleri anlatılırken:

"Onlar, gaybe inanırlar, namazı kılarlar, kendilerine verdiğimiz rızıktan yerli yerince sarfederler." [Bakara, 3]

"Mallarını gece ve gündüz, gizlice ve açıkça infak edenler yok mu, işte onların Rableri katında ecir ve mükafatları vardır." [Bakara, 274]

buyrulmuştur.


# Sahip olunan mallar nereye, nasıl infak edilecek?

Diğer bazı ayetlerde de bu sarfın nasıl yapılacağı açıklanmış ve:

"Ey Muhammed! Sana nereye infak edeceklerini soruyorlar. De ki: Hayır olarak verdiğiniz nafaka, ana baba, yakınlar, öksüzler, yoksullar ve yolda kalmışlar içindir. Hayır olarak daha ne yaparsanız herhalde Allah onu bilir." [Bakara, 215]

"Yine sana neyi infak edeceklerini soruyorlar. De ki: İhtiyaçtan fazlasını infak edin." [Bakara, 219]

"Mallarını Allah yolunda sarfedip sonra sarfettikleri şeyin ardından başa kakmayan ve eza etmeyenlerin ecirleri Rablerinin katındadır." [Bakara, 262] buyrulmuştur.

Ayrıca bütün bunların bir fayda sağlanmasının da ancak imanla mümkün olabileceği, iman etmeyenlerin ve gönül hoşnutluğu ile yapılmayan infaklarının kabul edilmeyeceği de ayette vurgulanmıştır:

"İnfakların onlardan kabul olunmamasına sebep, gerçekte Allah'a ve Resulüne inanmamaları, namaza ancak üşene üşene gelmeleri, verdiklerini de ancak istemeye istemeye vermeleridir." [Tevbe, 54]

Görüldüğü gibi sistem tamamen "iman"a dayanan bir sistemdir.

O sebeple, zenginlerden fakirlere mal ve hizmet akıtan mekanizma yalnız "zekat fonu"yla sınırlı kalmamakta, toplumun zenginleri Allah'ın kendilerine bahşettiği bu nimetin şükrünü eda edebilmek için birçok "yardım kurumları ve vakıflar" kurarak sistemi bu yolla da desteklemektedirler. Tarihimizde bu şekilde oluşturulmuş pek çok kurum vardır. Bunların en ünlülerinde biri, bildiğiniz gibi, Vakıf Gureba [Garipler Vakfı] Hastanesidir.


# Üretkenliğe ve yenilikçiliğe açık bir sistem

Değerli okuyucularım, devletçi ekonomilerin en büyük sorunlarından birisi Bireysel Girişimciliğin körlenmesidir. Bireysel Girişimcilik, insanlık tarihinde, insanlığı bugünkü gelişmiş seviyelere getiren en önemli etkenlerden biridir. Konunun daha iyi anlaşılması için sizlere bir fakülte anımızı aktarmak istiyorum:

Tarım İşletmeleri Derslerimize gelen adını şu anda hatırlayamadığım genç hocalarımızdan birisi, derste bizlere bir anısını anlatmıştı. Yugoslavya'da ilk komünist rejimin kurulduğu yıllarda, ülkenin önemli tarım ürünlerinden biri olan patates üretiminde önemli bir düşme ortaya çıkmış. Yanlış hatırlamıyorsam 6 milyon ton olan patates üretimi, birden bire 2 milyon 500 bin tonlara düşmüş. Tabii yeni yönetim telâşlanmış. Türkiye'den ve diğer bazı ülkelerden konu uzmanı iktisatçıları çağırmışlar. Soruna çözüm bulmaya çalışıyorlar. Giden iktisatçılar arasında hocamız da var. Ülkenin patates ekim alanlarını dolaşıp sorunun sebebini tespit etmeye çalışıyorlar. Bir tarlanın başına varmışlar. Tarlada isteksiz isteksiz çalışan birkaç işçi. Sohbet sırasında işçilerden birisi ileri atılmış. Beyim, demiş, komünist rejim gelmeden önce ben bu tarlanın sahibi idim. Şimdi aynı tarlada işçi olarak çalışıyorum. Tarla benimken ne kadar çok çalışırsam, o kadar çok ürün alıyordum. O da benim refahıma yansıyordu. Şimdi ise aynı tarlada bir işçiyim. Hiç bir tarlanın sahibi ile, bir işçinin gayreti aynı olur mu? Aslında bu son cümle, devletçi ekonomilerin en büyük çıkmazının ne olduğunu en iyi biçimde açıklıyan bir cümledir.

Halbuki, İslam ekonomisi, bireysel girişimciliğe imkân veren bir sistem olması nedeniyle yenilikçiğe ve üretkenliğe açık bir sistemdir.


# Faize kapalı bir sistem

Değerli okuyucularım, faizci kapitalist sistem, esas aldığı değerin "para" olması, insanların şeref ve büyüklüklerinin "para sahibi olmaları"yla ölçülmesi nedeniyle, para kazanmayı her türlü ahlaki ve insani kaygunun üzerinde tutan bir sistemdir. O sebeple de sistem, toplumlardaki ahlakî değerleri zamanla dejenere edip yok etmektedir.

Diğer yandan sistem, hem haksız bir kazanç olan faizin, üretilen mal ve hizmetlere yansıması, hem de geniş kitlelerden alınan vergileri, zengilere kaynak olarak aktaran yapısı nedeniyle sürekli gelir grupları arasındaki farkı açmaktadır. Daha fazla üretebilmek ve satabilmek için sürekli tüketim teşvik edilmekte, bu da yeryüzünün insana emanet edilmiş olan kaynaklarında korkunç bir israfa yol açmaktadır.

Halbuki İslam ekonomisi, yukarıdaki açıklamalardan da anlaşılacağı üzere, bireysel girişimciliği ve yenilikçiliği yüreklendirmesi yanında, toplumun güçsüz kesimlerini destekleyen, zamanla da toplumun çeşitli kesimleri arasındaki gelir farklılıklarını azaltarak fakirliği ortadan kaldıran bir sistemdir. Aynı zamanda bu sistem, bir inanç sistemi olduğundan sahip olunan her türlü ekonomik değeri Allahü Tealâ'nın fertlere bahşettiği bir emanet olarak görmekte, bunların israfını yasaklamakta, dolayısıyla da tabiatın korunmasına önemli oranda yardımcı olmaktadır.

Sonuç olarak şunu gönül rahatlığı ile söyleyebiliriz: İslam ekonomisi, her iki sistemin de olumsuzluklarını gidermiş, fakat onların iyi taraflarını kendi bünyesinde bir araya getirmiş bir ekonomi düzenidir.

Allah'a emanet olunuz.


----------------------------
[1] http://www.rasidihilafet.org/kitaplar/Ekonomik_Sistem/25.htm