029  İslam ekonomisinde iman faktörü


Değerli okuyucularım,

Son yazımda İslam ekonomisinin, Liberal ve Devletçi sistemlerin olumsuzluklarını gideren, buna karşılık onların olumlu yönlerini bünyesinde toplayan bir sistem olduğunu belirtmiştim. Bu yazıyı okuduktan sonra, eminin, hepinizin zihinlerinde şöyle bir soru belirmiştir: Madem İslam ekonomisi bu kadar iyiydi de bu ekonomiyi uygulamaya çalışan Osmanlı Devleti niçin yıkıldı? Ya da bugün liberal ekonomiler refah içinde yüzerken, niçin bütün Islam devletleri büyük bir çıkmaz içindeler?

Kuşkusuz bu soruların doğru cevaplarını bulmak, elbette, bizim ve tüm İslam aleminin kurtuluş reçetesini ortaya koymak, aynı zamanda ülkemizde olup biten olayları da doğru biçimde anlamak demektir. Zaten "Olup biteni doğru anlamak" anabaşlığı altında sizlere sunduğum bu dizi yazılar içinde, durup dururken bu başlıkları açıp bu konuları dillendirmeye çalışmamın asıl sebebi de budur.


# İslam Ekonomisini başarısızlığa iten sebepler

Değerli okuyucularım, toplumsal sıkıntılarda olaylara kronojik olarak bakmak, sebep-sonuç ilişkilerini doğru şekilde yakalayabilmek bakımından bazen çok büyük önem arz eder. O sebeple bu güçsüz bazı konuları sizlere tarihî perspektif içinde açıklamaya çalışacağım. Şimdi bu kısa nottan sonra gelelim yukarıdaki soruların cevaplarına...

Öyle ya, neden İslam ekonomisi başarılı olup Müslüman ülkeleri, refahın zirvesine ulaştıramıyor? Böyle bir soru, gerçekte meseleyi tam yansıtmayan yanlış bir sorudur. Çünkü tarihî açıdan baktığımızda İslam ekonomisinin oldukça başarılı olduğu dönemler olduğu gibi, çok başarısız olduğu dönemler de olmuştu. O halde bu yükseliş ve alçalışların sebeplerini ortaya koymak gerekir.


# "İman"la birlikte yükselen ekonomik güç

Bunun ilk ve en önemli sebeplerinden biri, İslam ekonomisinin bir "inanç sistemi"ne, yani "iman"a dayanan bir ekonomik düzen oluşudur.

Nitekim sistem, insanların imanlarının zirvede olduğu Hz. Peygamber ve dört halife döneminde hiçbir ekonomiye nasip olmayacak şekilde çok büyük bir başarı göstermiş, tüm müslümanların büyük bir huzur ve refah içinde yaşamalarını sağlamıştır. Hatta o kadar ki 10-15 yıllık bir ekonomi, binlerce yıllık geçmişi olan devletlerle yarışabilecek ve onları alt edebilecek bir seviyeye gelmiştir.

Hz. Ömer ile ilgili aşağıdaki ansiklopedik bilgi, zamanın toplumsal gelişmeleri hakkında bir fikir verebilecek niteliktedir:

"Hz. Ömer zamanında ilk defa nüfus sayımı yapıldı. Çocuklara maaş verildi. Satıcıların, esnafın, tüccarların müşterileri aldatmalarına mani olmak için "hisbe" denilen belediye teşkilatını kurdu. Onun zamanında posta teşkilatı geliştirildi. Geceleri bekçi koyup asayişin teminini ilk defa Hz. Ömer tatbik etti. Mısır'dan Medine'ye deniz yoluyla ilk defa gıda maddeleri O'nun zamanında geldi."[1]


# Yükselen ekonominin arkasındaki manevî güç

İslam öncesinde, Arabistan'daki ilkel durum dikkate alındığında, bu gelişmelerin o zamana göre ne büyük adımlar olduğu daha net anlaşılır.

Çocuklara maaş bağlayabilecek kadar geliştiği anlaşılan ekonomik yapının bu gelişmesinin altındaki anlayışı ise yine Hz. Ömer'le ilgili şu anekdotlardan anlıyoruz.

"Hz. Ömer Şam’ı ziyâret ettiğinde, ordusunun kumandanı Ebû Ubeyde bin Cerrâh hazretleri büyük bir kalabalıkla karşıladı.

Hz. Ömer ile kölesi beraberlerindeki tek deveye nöbetleşe biniyorlardı. Şehre girişte, sıra köleye gelince, Halîfe devesinden indi. Yerine kölesini bindirdi. Devenin yularından tuttu. Ayakkabılarını çıkarıp dereden geçti.

Uzaktan bakan; deveye binmiş köleyi halîfe, devenin yularını çeken Hz. Ömer’i de köle zannediyordu. Bunu gören Ebû Ubeyde bin Cerrâh dedi ki:

- Efendim, bütün Şamlılar, bilhassa Rumlar, Müslümanların halîfesini görmek için toplandılar. Size bakıyorlar. Bu yaptığınızı nasıl îzâh edebilirsiniz? Sizi köle zannedecekler, küçümseyecekler.


# Şerefi, Allah'a kullukta gören bir anlayış

Hz. Ömer buyurdu ki:

- Yâ Ebâ Ubeyde! Senin bu sözünü işitenler, insanın şerefini, vâsıtaya binerek gitmekte ve süslü elbise giymekte sanacaklar. Biz daha önce zelîl ve hakîr bir kavimdik. Allahü Tealâ, bizleri Müslümanlıkla şereflendirdi. Bundan başka şeref ararsak, Allahü Tealâ bizi zelîl eder, herşeyden aşağı eder."[2]

Hz. Ömer tarafından Kudüs'de verilen şu hutbe de aynı anlayışın nasıl bir iman temeline dayandığını ortaya koyacak niteliktedir:

"Hamd ve sena Allahü Tealâ'ya mahsustur. O her şeye kadirdir. Dilediğini yapar. Allahü Tealâ bizi İslam dini ile şerefli kıldı. Muhammed Aleyhisselam ile doğru yolu gösterdi. Bizden dalaleti, sapıklığı kaldırdı. Buğz ve adavetten, ayrılık ve tefrikadan uzaklaştırdı. Ey müslümanlar bu büyük nimete hamd ediniz. Zira böyle yapmamız nimetin artmasına sebep olur. Allahü Tealâ Kur'an-ı kerimde buyuruyor ki:

"Nimetlerimin kıymetini bilir, emrettiğim gibi kullanırsanız, onları artırırım."

Yine buyuruyor ki:

"Allah'ın hidayet ettiği kimse, o doğru yol üzeridir. Şaşırttığı kimse için de, asla doğru yol gösterici bir yardımcı bulamazsın." [Kehf, 17]

Sizlere kendisinden başka her şey fani olan, kendisi baki olan Allahü tealâ'dan korkmanızı tavsiye ederim. O'na itaat eden evliyasından olur. O'na isyan edenin ahıreti yok olur. Ey insanlar, mallarınızın zekatını veriniz. Böylece kalblerinizi ve nefislerinizi temizlersiniz. Allah'tan başka hiçbir mahluktan karşılık ve teşekkür beklemeyiniz."[1]


# Devleti yönetenlerin hak hukuk anlayışı

Değerli okuyucularım, yine Hz. Ömer'e ait olan aşağıdaki öykü ise o dönemlerin devlet adamlarına egemen olan hak ve hukuk anlayışını en açık şekilde ortaya kaymaktadır.

"Hz. Ömer halife iken bir bayram gelmişti. Herkes çocuklarına yeni elbiseler alıyordu. Hz. Ömer'in oğlunun elbisesi eski idi. Bayram günü çocuklar, eski elbiseli olan Halifenin çocuklarıyla alay etmeye başladılar. Hz. Ömer'in oğlu, ağlayarak babasının yanına geldi. Hz. Ömer, oğluna şefkat edip acıyarak Beytülmâl'ın eminini çağırdı. Oğlunun ağlama sebebini anlattıktan sonra, gelecek ayın maaşından bir miktar vermesini istedi. Beltülmâl emini: "Ya emirelmüminin, yaşayacağınızı muhakkak biliyor musunuz ki, hak etmediğiniz paradan istiyorsunuz?" dedi. Hz. Ömer: "Allahü Tealâ'dan başka kimse bilemez" buyurdu. "O zaman, ya Halife! Yaşayacağınızı bilmedikten sonra ne almanız size yakışır, ne de bizim vermemiz makul olur" dedi.

Hz. Ömer, söylediğine pişman olup Beytülmâl emininin sözünü beğendi. Ona hayır dua buyurdu." [1]

Değerli okuyucularım, iman kalbde olan bir olgudur. Gözle görülmez, elle tutulmaz. Ama onun dışa yansıyan belirtileri vardır. Bunların en başında da Allah korkusu (takva) gelir. İşte o dönemin devlet erkanına hakim olan Allah korkusu böyle idi.

Ekonomi bilimi açısından baktığımızda da, bu kadar kısa zamanda büyümenin altında yatan ana sebeplerin şunlar olduğunu görürüz: Liberal ekonomilere mahsus bir özellik olan ferdi girişimciliğe dayanan üretken, fakat buna karşılık inanç sisteminin gereği olarak israftan uzak, kaynakları çarçur etmeyen tutumlu bir yapı. Ki bu nitelikleri itibariyle sistemin tıpkı devletçi ekonomilerin "üretebildiğin kadar üret, ihtiyacın kadar tüket" ilkesine uygun bir tüketim anlayışı sergilediğini görürüz. Bunlara yöneticilerdeki Allah korkusuna dayanan sağlam bir adalet anlayışını, zenginden fakire kaynak aktaran zekat kurumu ile ortaya çıkan "gelir dağılımı eniyiliği"ni de eklediğimizde huzurlu ve istikrarlı bir büyümenin olmaması için hiçbir sebep kalmadığı kolayca anlaşılır.

Allah'a emanet olunuz.


----------------------------
[1] İslam Alimleri Ansiklopedisi, Cilt.1, Hz. Ömer-ül Faruk bahsi
[2] http://www.ilmihalonline.8m.com/omer.htm