031  Ekonomi ve teknoloji


Değerli okuyucularım,

Yeni bir yazıya başlamadan, geçen yazımdaki ifadelerden yanlış anlaşılır endişesiyle bir konuyu hemen dile getirmek istiyorum. Sakın o ifadelerden "yoksulluk ve zenginlik" ile "iman" arasında bir korelasyon (ilişki) olduğu sanılmasın. Fakirler arasında da, zenginler arasında da nice kâmil iman sahibi insanlar vardır. O yazıda anlatılanlar, toplumsal bazda olguları ve insanların genel eğilimlerini ifade için söylenmiş sözledir. Kişisel bazda alındığında durum tamamen farklıdır. Nitekim Ebu Ubeyde hazretleri için Hz. Ömer'in "Ey Ebû Ubeyde, dünya herkesi değiştirdi, ama seni değiştiremedi" ifadelerinden anlıyoruz ki değişen dünya, çok önemli mevkilerde görev yapan o seçkin insanı hiç değiştirememiştir.

Değerli okuyucularım, "iman", insanın içinde yaşadığı düzenin bir yaratıcı ve sahibi olduğunu kabul edip etmemesi meselesidir. Tıpkı bir tabloyu hayranlıkla izleyen bir ziyaretçinin onun rassamını idrak edip edememesi gibi. Kimisi tablonunun güzelliklerine kendini kaptırıp onunla ilgilenmekten ressamını hatırına bile getirmez. İşte peygamberler, ürünü görüp de üreticiyi idrak edemeyen insanlara, içinde bulunduğu düzenin bir yaratıcı ve sahibinin olduğunu bildirmek için gönderilmişlerdir. Ve onlar, Allahü Tealâ'nın bir an bile hatırdan çıkarılmamasını tavsiye etmişlerdir. Hadisi şerifte:

"Kim bir yere oturur ve orada Allah'ı zikretmez ise Allah'tan ona bir noksanlık vardır. Kim bir yere yatar, orada Allah'ı zikretmezse, ona Allah'tan bir noksanlık vardır. Kim bir müddet yürür ve bu esnada Allah'ı zikretmesse, Allah'tan ona bir noksanlık vardır." [Ebû Dâvud, Tirmizî] buyruldu.

Allahü Tealâ da en değer verdiği şeyin iman ve kendisinin hatırlanması olduğunu bizlere şu ayeti kerime ile bildirdi:

"Allah'ı anmak en büyük şeydir!" [Ankebut, 45]

O sebeple dünyaya dalıp da içinde bulunduğu düzeni ve kendini Yaratan'ı asla unutmamalıdır.


# İlk sanayi deneyimi

Bu küçük nottan sonra gelelim bugünkü konumuza. Sözlerime yine bir öykü ile başlamak istiyorum:

Bu güçsüzün ailesi köyden Denizli'ye ilk göç eden ailelerden biridir. İlkokulda bulunduğum yıllarda bir gün babamın köye gitmesi gerekti. Beni de yanına aldı. Başçeşme'de otobüsten inip birbuçuk saat kadar yürüdükten sonra köye vardık. Babam:

- "Yağcı Dayıya uğrayalım, bir halini hatırını soralım", dedi.

Yağcı Dayı, o yıllarda 900'e yakın nüfusu olan köyün tek demircisi. Dükkana vardığımızda onu, üstü başı kir pas, eli yüzü kara içinde çalışırken bulduk. Birbirlerine hasretle sarıldılar. Ben ise, körük, örs gibi şeyleri hayatımda ilk defa görmenin merakıyle hepsini pür dikkat inceliyordum. Yağcı Dayı bana, hadi geç körüğün başına, dedi. Tutamaklara zor yetişen kısacık boyumla, hayatımda ilk defa orada körük çektim ve o sert demirin ateşte nasıl kızarıp hamur gibi yumuşadığını gördüm.

Değerli okuyucularım, yıllar sonra, taksitle edindiğimiz arsaya bir ev yaparak artık Denizli'ye yerleşmeye karar verdik. Babam gaydiyanlığı bırakmış, seyyar dondurmacılık yapıyordu. Geliri dahi iyiydi. Ama gene de olanaklar sınırlıydı. Projesini çizdirdi, yapı taşı, kereste, çivi gibi malzemelerini temin etti. Ben de o yıllarda henüz orta ikideyim. Yaz tatilindeyiz. Babam gündüzleri çalıştığı için kerpiç kesme işi bana kalıyor. Onlar killi toprak ve samanla harç çamurunu akşamdan karıyorlar. Ben ertesi gün el arabası ile harcı taşıyıp kerpiç kesiyorum. Kerpiçler yazın sıcağında hemen kuruyor. Artık herşey hazır... Babam, evi ucuza yaptıracak bir usta arıyor. Aklına daha önce de ev yaptığını duyduğu, yukarıda öyküsünü anlattığım Yağcı Dayı geldi.


# Deprem garantili gecekondu

Konuştular. Yağcı Dayı işi kabul etti. Yanında köyden bir yardımcıyla birlikte Denizli'ye geldiler. Temel kazıldı. Birinci katın taş duvarları, aralarına çamur harç konularak Denizli'nin o meşhur kireç taşlarıyla örüldü. Sıra geldi ikinci katın ahşap iskeletininin oluşturulmasına... Biz uygun ebadda dilinmiş keresteleri aşağıdan uzatıyoruz. Yağcı Dayı alıp uygun uzunlukta keserek dikmeleri dikip çapraz bağlantıları çakıyor. Bir taraftan da ha bire konuşuyor. Konuşkan, güleç yüzlü ve hoşsohbet bir adam... Bir ara başladı yaptığı ilk evin nasıl yıkıldığını anlatmaya... Yakın kasabalardan birine gitmiş. Bakmış, ev yapıyorlar. Varmış yanlarına, ustaları dikkatle izlemiş. Bunda da ne var, ben bunlardan daha iyisini yaparım, demiş. Sonra yakın köylerden bir talep de gelince ilk inşaatına başlamış. O gün akşama kadar evi dikmişler. Gece yatmışlar. Ertesi sabah kalktıklarında bir de ne görsünler, yaptıkları ev yerle bir... Bunu ballandıra ballandıra, hem de gülerek anlatıyor. Bizim ev de yaptığı üçüncü evmiş.

Değerli okuyucularım, Yağcı Dayı bunları gülerek anlattıkça benim içimi bir korku sarmaya başladı. Kimseye bir şey demiyorum ama, arada sırada, burası deprem bölgesi, bizim ev de sabaha yıkılmasın diye şaka yollu endişemi dile getirmeye çalışıyorum. Yağcı Dayı da şakacı bir adam. Sen hiç merak etme, yıkılırsa ben size yenisini yaparım, diyor. Arkasından da yıkılmayacağına garanti veriyor.

Değerli okuyucularım, yerine beton bloklar yükselene kadar tam 30 yıl geçti. Yağcı Dayının yaptığı ev, 5-6 büyüklüğünde en az 4 deprem atlattı. Gerçekten yıkılmadı. Yalnız sıvalarda birkaç çatlak oluştu. Ama gel deprem heyecanını bir de bana sor...


# Köye taşınan yağ teknolojisi

O arada babama Yağcı Dayıya neden "yağcı" denildiğini sordum. Bir zamanlar köyde bol miktarda susam, haşhaş gibi yağlı tohumlu bitkiler yetiştirilirmiş. Zeytin bölgeleri uzak. Zeytinyağı pahalı. Herkes çok uzak kasabalardan birinde bulunan yağhaneye gider, susamın yağını çıkartır, onu kullanırlarmış. Ben de küçüklüğümde nineciğimin susam yağında yumurta pişirip önüme koyduğunu hâlâ şimdiki gibi hatırlıyorum. İşte bir gün yağ çıkartmaya giden ekibe İbrahim Dayı da katılmış. Adamlar yağ çıkarma işleriyle uğraşırken o bütün dikkatiyle press makinelerini inceleyip dizaynını zihnine çizmiş. Çaktırmadan bazı ölçüler de almış olmalı. Köye döndüğünde, Çin'lilerin her şeyin çakmasını yaptıkları gibi, makinelerin bir çakmasını yapmış. Denemiş. Oldukça başarılı. Kısa sürede bütün köyün işlerini gördüğü gibi çevre köylerden de müşteriler akın etmeye başlamışlar. Böylece geniş bir çevrede o artık "Yağcı" diye çağrılmaya başlamış.

Değerli okuyucularım, işte ekonomi içinde teknoloji böyle bir şeydir. Siz teknoloji üretirseniz herkes sizin ayağınıza gelir. Teknoloji üretemezseniz, siz teknoloji üretenin ayağına gitmek zorunda kalırsınız.

Kimbilir birçoğunuz bu basit misali belki de çok değersiz bulacaksınız. Ama onu küçümsememelisiniz. Çünkü hedef konunuz küçük de olsa, büyük de olsa, ekonominin temel ilkeleri değişmez. Eğer işleri borç ile çekip çeviriyorsanız, ister bir aile reisi olun, ister bir kıta devleti, işiniz biraz zordur. İster küçük bir birey olun, ister büyük bir işletme, isterse büyük bir devlet, kaynak biriktirmek istiyorsanız, çok üretip az tüketmek zorundasınız. Dolarla borçlanarak bir şeyler aldı iseniz, ne olursanız olun, gözünüz Amerikan Merkez Bankasında olmak zorunda. Doların değeri yükseliverdi mi yandınız!

İşte o sebeple, değerli okuyucularım, bu basit örnekler, büyük gerçeklikleri daha kolay kavramak bakımından bizlere çok önemli ipuçları sunmaktadır.

Allah'a emanet olunuz.