033  Üretimin beşinci faktörü


Değerli okuyucularım,

Lise yıllarında ismini sürekli iftihar listelerinde görmeye alışık olduğumuz bir arkadaşımız vardı: Aycan Çakıroğlu. Sonradan soyadını Çakıroğulları olarak değiştirdi. Çok başarılı bir öğrenci idi. ANAP'ın ilk iktidar olduğu yıllarda milletvekilliği yaptı. Yanlış hatırlamıyorsam Meclis Dışişleri Komisyonu Başkanlığı gibi görevlerde bulundu. O yıllarda adı medyada zaman zaman geçtiği için belki hatırlarsınız. Aycan'ın babası Denizli'de Singer dikiş makinelerinin bayiliğini yapardı. Halim selim, çok efendi, hoşsohbet bir adamdı. Zaman zaman kendisine uğrar sohbetlerinden yararlanırdık.


# Ticaretin motoru

Bir seferinde, dükkana uğradığımızda masanın üzerinde makinelerin tanıtımını yapan bir yığın kağıt gördük. Hayırdır Ahmet Amca, reklama başlamışsınız, dedim. Bana: "Reklam ticaretin motorudur" dedi. Reklam kağıtlarından bir tane de benim elime tutuşturdu.

O yıllarda ekonomi, dışa kapalı bir ekonomi idi. Yerli mallarını korumak için, Türkiye'de üretilen malların ithaline yasak getirilmişti. Ve mal üreten işletmelerin çoğu, tekel durumunda idi. O sebeple pek reklam ihtiyacı duymuyorlardı. Rekabet ortamı olmadığı için de üretilen mallar çok kalitesizdi. Ancak rahmetli Özal'ın ekonomiyi dışa açmasından sonra, rekabetle, biraz da "Türk Standartlar Enstitüsü"nün büyük gayretleri sonucu, mallarımızın kalitesi oldukça yükseldi.

Değerli okuyucularım, bunları size niye anlatıyorum? Geçen yazımdaki bazı sözlerin yanlış anlaşılmasını önlemek için anlatıyorum. Artık zamanımızda ekonomilerin gelişmesi, çok ince hesaplara, ayrıntılı bilgi ve becerilere dayanan bir olgu halini almıştır. Artık ticaretin motoru yalnız reklam değildir. Ona birçok şey eklenmiştir. Bugün artık birçok firma daha üretime geçmeden "pazar araştırmaları" yapıyorlar. İnsanların ihtiyaç ve taleplerini önceden belirleyerek üretim planlarını ona göre yapıyorlar. Yine birçok firma, mallarını ürettikten sonra, onu rakiplerinden daha çok satarak pazar paylarını artırmak için, "pazarlama tekniklerini" ve "insanları ikna yöntemlerini" öğrenmeye, elemanlarının "satış becerilerini" artırmaya çalışıyorlar. Geçen yazımda sözünü ettiğim Doç.Dr.Mustafa Çopçu kardeşimiz gibi bu konularda kendilerini yetiştirmiş arkadaşlarımız da, insanlarımıza bu bilgileri sağlayan, yokluklarında yerleri kolay doldurulamayacak, çok değerli bilgi pınarları durumundadırlar. O ve onun gibi, birçoğumuzun varlıklarının farkında olmadığımız bu gizli motor güçler sayesinde bugün sanayi ve ticaret hayatımız çok büyük bir canlılık kazanmış ve yıllık ihracatımız 150 milyar dolarlara ulaşmıştır.


# Üretimin beşinci faktörü

O sebeple "Eğer herkesin ihtiyacı olan yeni bir şey icat etti iseniz, pazarlama tekniklerini öğrenmeye fazla ihtiyacınız kalmayacaktır" biçimindeki sözlerim, lütfen, bu teknikleri hafife aldığım anlamında değerlendirilmemelidir. Aksine ar-ge çalışmalarının ortaya çıkardığı her yeniliğin ekonomide nasıl tekeller oluşturduğunun önemini vurgulama olarak anlaşılmalıdır.

Değerli okuyucularım, şimdi ekonomi derslerinde neler okutuluyor, bilmiyorum. Eskiden bizlere ekonomide üretimin "emek", "sermaye", "tabiat" ve "girişim" olarak dört faktörü olduğu anlatılırdı. Ve bu dört faktör olmadan bir malın üretilemeyeceği vurgulanırdı. Ama artık bugün, hızla gelişen bilgi teknolojilerinin her şeye egemen olduğu çağımız ekonomilerinde, "bilgi ve teknoloji" de üretimin beşinci faktörü durumuna gelmiştir. Bazı üretim dallarında belli bir bilgi birikimi olmadan artık üretim yapmak mümkün değildir. Bunun en açık göstergesi de zaman zaman işittiğimiz "Teknoloji Hırsızlığı" deyiminin sözlüklere girmesidir. Herkes o yeni bilgi ve teknolojilerin peşinde koşmaktadır. Hatta bizatihi "bilgi"nin kendisi, alınır satılır bir ticari meta durumuna gelmiştir.

Değerli okuyucularım, son yıllarda, hem kamu kesiminden hem de özel işletmelerimizden artık AR-GE (araştırma-geliştirme) çalışmalarının öneminin kavranmaya ve bu yönde önemli adımlar atılmaya başlandığını gösteren çok sevindirici haberler gelmeye başladı. Yani bu konularda o kadar karamsar olmaya da gerek yok artık. Dileğimiz şu ki inşaallah bu çabalar yaygınlaşır da ülkemiz bir bilim ve teknoloji ülkesi haline gelir.


# Araştırmaya 1 yatırıp 13 aldılar

Bunun tipik bir örneğini daha birkaç gün önce bir haber sitesinde "Araştırmaya 1 yatırıp 13 aldı"[1] başlıklı bir haber ile öğrendim. Size de bu haberi özetleyerek aktarmak istiyorum.

Haber, elektrik malzemeleri üreten bir firmamıza ait. Haberde, cirosunun yüzde 2,8’ini Ar-Ge yatırımlarına ayıran firmanın, bu çabanın meyvelerini topladığı; sadece geçen yıl Ar-Ge’ye 7 milyon lira ayıran şirketin, bu yeni ürünlerle cironun üçte birini elde ettiği ve Türkiye’de yüzde 50 pazar payı ile liderliği elinde bulundurduğu belirtiliyor.

Haber: "Firma, Şubat 2012’de kurduğu ve 60 mühendisin çalıştığı Ar-Ge merkezinden ciddi gelir elde etmeye başladı. Şirketin Genel Müdürü Nusret Kayhan Apaydın, 2012’de cironun yüzde 2,8’ini Ar-Ge’ye yatırdıklarını belirterek, buradan elde ettiğimiz yeni ürünler satışlarımızın üçte birini oluşturdu, dedi." diyerek devam ediyor.

Haberi veren arkadaşımız ayrıca: "Ar-Ge’nin şirketler için önemi konusunda, Havelsan’ın Hava Kuvvetleri ile ilgili bir yazılımı geliştirip Pakistan’a 9 milyon dolara sattığını hatırlamak yeterli. Nitekim bu gelişme, Ar-Ge ile bir sektörün nasıl mücevher endüstrisinden daha değerli olabileceğini hatırlatmıştı. Bu konuya Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Nihat Ergün de vurgu yapmıştı. Ancak Türkiye’de hâlâ Ar-Ge yatırımları yüzde 1 seviyelerinde. Bu oran Güney Kore ve Finlandiya’da yüzde 4’e yakın." diyerek araştırma-geliştirme yatırımlarının önemini vurgulayan ifadelerle devam etmiş.


# Hizmet yatırımlarının katkılarının değerlendirilmesi

Değerli okuyucularım, Türkiye'de ilk araştırma faaliyetleri, o yıllarda ülkenin bir tarım ülkesi olduğu da göz önüne alınarak, tarım alanında başlatılmıştır. Özellikle zirai mücadele konusunda "araştırma" ve "uygulama" etkinlikleri arasında çok güzel bir işbirliği sağlanmış idi. Yapılan ortak toplantılarda önce uygulamada karşılaşılan sorunlar ortaya konuyor, bu sorunlar enstitülerde araştırılıyor, önemli görülenler üzerinde çalışmalar derinleştirilerek uygun mücadele yöntemleri belirleniyor, bunlar teknik talimatlarla uygulamaya aktarılıyor, gerekirse uygulamadaki aksaklıklar yeniden araştırılarak yeni bilgilerle aksaklıklar gideriliyor ve böylece var olan sorunlar çözülüyordu. Bu kurumlar tarım alanında ekonomize çok büyük katkılar sağlamıştır. Ne yazık ki, olaya "ne verdik ne aldık" biçimindeki Amerikan pragmatik mantığı ile bakılıp bu katkıların parasal değerinin doğru biçimde ortaya konulamaması, bu kurumların her zaman siyasiler tarafından önemsenmemesine sebep olmuştur.

Sağlık, eğitim, araştırma gibi alanlar, hizmet alanlarıdır. Bu alanlara yapılan yatırımların getirileri aritmatik değerler olarak ortaya konulamayınca, genellikle ülkeyi yöneten siyasi kadrolara "bu hizmet alanlarının önemini anlatmak" oldukça zorlaşıyor. Hani ev hanımları akşama kadar çalışırlar, yorgun ve bitkin düşerler, fakat yaptıkları iş göze görünmez ya. İşte onun gibi bir şey. Bu katkı değerlendirmeleri yapılamayınca, siyasi kadrolar, bu tür hizmet alanlarını, sürekli bir masraf kapısı gibi görmeye başlıyorlar. Onun için bu tür hizmet alanlarının ekonomiye katkılarını açık bir şekilde ortaya koyacak çalışmalara çok büyük ihtiyaç vardır. Yukarıdaki firmamızın yaptığı gibi "şu kadar ödedik, ama şu kadar kazandık" diyebilmeliyiz.

Allah'a emanet olunuz.


----------------------------
[1] http://www.zaman.com.tr/ekonomi_arastirmaya-1-yatirip-13-aldi_2143831.html